global-admin

Rollerimiz Eril Yada Dişil Olsada, Yaşamdaki dinamikler cinsiyetsizdir…

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hiç kuşkusuz, Türkiyede kadın imgesini ve kadının toplumsal alandaki rolünü sanatıyla bağdaştıran sanatçıların başında Ülkemizin tek biyografi çizeri Vahap Aydoğan gelir.
Eserlerinde kadına pozitif anlamda ayrımcılık yapan Vahap Aydoğan, kadının toplumsal alandaki dinamiklerinin yanı sıra, kadına yönelik şiddeti ve kadın Cinayetlerini işlerinin öznesi haline getirmiş bir sanatçı.
Aynı zamanda DÜŞ VE DÖNGÜ adlı eserinde gerçek bir kadın cinayetinin biyografisini çizen Aydoğan’a 8 Mart Dünya emekçi kadınlar günü vesilesiyle söyleşi yapmak, kadının toplumsal alandaki pratikleri hakkında bir perspektif sunmasını istedik.

Öncelikle 8 Mart Dünya emekçi kadınlar günü için neler söylemek istersiniz okurlarımıza?
Bugün en çok konuşması gereken kişilerin kadınlar olması gerektiğinin şerhini düşerek başlamak isterim.
Bir takvim yaprağının ötesinde olduğunu düşündüğüm bir gün… 8 Mart tarihsel olarak kutlanması gereken bir günden ziyade, konusu itibariyle anma günü olduğunu düşünenlerdenim. Uzun uzadıya anma ya da kutlama konusunu irdelemek istemem elbette. Lakin, 8 Mart emekçi kadınların haklarını elde etmek uğruna can verdikleri bir mücadelenin sembolü…Bu vesileyle 8 Mart’ın bir anma olarak kadınların hak mücadelesini, şiddete, tacize, toplumsal cinsiyetçiliğe karşı çıkma ve farkındalık yaratma günü olduğunu söylemek daha yerinde olacaktır.
Ama konu emek ve kadın olunca gelişen ve dönüşen dünyada bugünün kutlanmasının nedenini de sorgulayacak değilim elbette.

Türkiye ve Dünya ölçeğinde farklı bir perspektiften baksanız; ülkemizde kadına tanınan alan için nasıl bir portre çizersiniz?
Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkını İsviçreli kadınlardan 36, Fransız kadınlarından 11, Belçikalı kadınlardan ise 14 yıl önce elde ettiler. Ülkemizde seçme ve seçilme hakkı1934 yılında yasal olarak güvence altına alındı.Dünyada ise kadınlara oy kullanma hakkını tanıyan ilk ülke 19 Eylül 1893’te Yeni Zelanda olmuştur. şüphesiz ki Seçme ve seçilme hakkı ülkede birey olmanın erkler arasındaki eşitsizliği ortadan kaldıran çok kıymetli bir kriterdir…
Bir şeyleri ifade etme kabiliyetimiz en çok yara aldığımız zamanlarda sekteye uğrar. Suskunluklar inkarlar sonra yara aldığımız yerden yaşamaya alışmaya devem ederiz. Türkiye’de kadın cinayetlerinin olağanlaşması sıradanlaşması çok derin bir yara …Şöyle ki ister ülkemizde ister Dünyanın başka bir coğrafyasında bir realiteyi asla görmezden gelemeyiz. Bir yerde en çok ne konuşuluyorsa orada konuşulan konunun öznesi neyse, orada bir noksanlık bir çarpıklığın varlığı gözümüze çarpar durur… Ülkemiz özelinde beyin fırtınası dahi yapmamızı gerektirmeyecek konuların başında kadın cinayetleri olduğunu söylemek hiçte zor olmayacak.
O halde, Kadının hem sosyal hem ekonomik hem de psikolojik alanda yaşam hakkının güvence altına alınması adına kamusal ve özel alan da neler yapıldığına kısaca bir bakalım.
Ülkemizde STK’lar, kadın platformları, kadın sığınma evleri, Kadınların etkin korunması, sürecin takip edilmesi, devletin tüm birimlerinin kadın haklarını koruma altına alma çabaları, kadınlar için özel açılmış olan acil yardım hatları, şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi altında bulunan kadınlar… diye devam edip giden onlarca platform ve uygulamalar…
Bu kadar önlemin bu denli sayısı giderek artan platformların var olduğu Ülkemizde, kadınların halen cinayete kurban gitmelerini, yaşam içinde yeterli alan bulamamalarını anlamak gerçekten çok güç ve bir o kadar da derin.
Hak ihlallerinin ne kadar ciddi boyutlarda olduğunun gösteren parametreler ise hiçte azımsanmayacak boyutlarda … Bu tarz yaklaşımlara ek olarak iyi hal ve cezasızlık eklenince konu hukuk boyutuna gelir ki, kadına yönelik hukuki sonuçlar başlı başına bir travma bir paradoks zaten…
Eserleriniz ve işlerinizi sormadan önce ülkemizde kadın cinayetlerinin önlenmesi adına sizce neyi eksik yapıyoruz?
Bu konuda suç ve ceza kavramlarının yeterince algılanmadığı uygulamada bazı eksiklikler olduğunu düşünüyorum. Bir ülke düşünün işlediğiniz suçtan hâkimkarşısına çıkıyorsunuz. Takım elbise giymiş, beyaz gömlek üzerine bir kravat takmış, birde tıraş olunmuş saçlar jölelenmiş diye işlediğiniz suçtan iyi hal indirimi alıyorsunuz…
Toplumsal algımız ne yazık ki  bu tarz uygulamaları olağan bir durummuş gibi karşılar oldu….Bu kısır döngü  ülkede yaşayan insanların vicdanında da büyük yaralar açmakta… Şunu özellikle vurgulamak istiyorum. Bir cinayeti kadın cinayeti diye nitelemek bile, toplumda politik ve cinsiyetçi bir dilin ne kadar olağanlaştığını gösteren verilerden sadece birisi…


Ceza ve işlenen suç arasında orantısızlığın olması, caydırıcılık anlamında sıkıntıları da beraberinde getirmekte. zaman içinde cezasızlık, işlenen suçun olağanlaşmasına, Sosyal ve duygusal yozlaşmanın kadının yaşam alanı  üzerindeki baskıyı  ve etkilerini de  artırdığını görüyoruz.
Peki, tablolarda kadın imgesini özellikle işlerinizin bir parçası haline getirdiniz. Çalışmalarınızın odağında kadın suretlerini görüyoruz. Sizinle yapılan bir mülakatta kadın figürünün bilinçli bir tercih olduğunu ve her zaman gerçek bir kişiyi temsil etmediğini söylemişsiniz. Bir erkeğin biyografisini  kadın suretinde resmetmek, Kadın figürünü aynı zamanda bir sembol olarak kullanmak sizi zor durumda bırakmıyor mu?
Aslında kadın/erkek ikiliğini reddeden ve cinselliğe daha geniş bir yelpazeden bakan bir dünyaya doğru evrilirken, bu kavramsal tercihlerimizi de sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum.
Daha öncede vurguladığım bir konuydu aslında. Tablolarımdaki  biyografiler spontane ve sürreal olarak stilize edilmiş hayali portrelerdir…
Biyografisini çalıştığım kişi ile tablodaki portre arasında fiziksel olarak bir bağ kurmuyorum. İmgelere ve tasarımlara  biyografiler üzerinden cinsiyetçi bir etiket ile yaklaşmıyorum…
Hayatın kendisi çok yönlü, rollerimiz eril yada dişil olsada biyografilerimiz ve yaşadığımız hayatın içindeki dinamiklerin cinsiyetsiz olduğunu düşünüyorum.
Ya da yaşamın kendisi sizce dişil midir yoksa eril mi? Benim yaptığım çalışmalarda tamda bu perspektifen ilerliyor.
Biyografisini çalıştığım kişinin  kadın yada erkek olması çalışmalarımın rengini imgelerini ve karakteristik üslubunu değiştirmiyor. Doğal olarak bir erkeği kadın suretinde stilize etmemde bana ayrıca bir misyon bir ağırlık yüklemiyor. Bu konuda bir zorluk yaşamıyorum.
Ama fiziksel olarak kadını ve kadın  portresine pozitif bir ayrımcılık yaptığımı da ayrıca belirtmek isterim.
Herkesin baktığı şey aynı , düşündükleri ve uyaranlar farklı olabiliyor. Sanat bu yüzden var, bu yüzden sanat mükemmele yakın ve görece…
Asıl sormak istediğimi en sona sakladım.    Düş ve Döngü eserinizin  hikayesi, süreci…Bir gazeteci olarak cinayet haberlerini yazarken, haberin etkisinde kaldığım, çok zorlandığım zamanlar oldu. Siz bir Annenin ağzından kızının cinayetini dinleyerek çizim yaptınız. Hem dinlemek hemde dinlediklerinizi çizmek psikolojik ve duygusal olarak sizi nasıl etkiledi? Özellikle Anne, kızının biyografisini gördüğünde neler düşündü  neler hissetti? Gerçekten çok merak ediyorum.

Yıllardır insanların yaşamlarına tanıklık ediyor, biyografilerini çiziyorum. Ama hayatımda hiç unutamayacağım biyografi ve zaman dilimi elbette DÜŞ VE DÖNGÜ adlı eserimdir. Dinlerken yutkunduğum, çizerken ellerimin titrediği o kadar çok zaman oldu ki…
Bazen şunu düşünmeden edemiyor insan. Hırslarımız, egolarımız, kibirimiz, bir halt olduğumuzu düşünüp, başkalarının hayatlarının kahramanı olduğumuza kendimizi inandırdığımız…ya peki kahramanı sandığımız hayatların katili olup gerçeklere uyanmamız?
Çalışma özeline geri dönersek; Düş ve Döngü adlı çalışmam Ailenin isteği üzerine çalışılmış bir eser.  Hukuki olarak son bulmuş yıllar öncesine ait bir dosyadaki cinayetin anatomisini tabloya aktardım. psikolojisi çok ağırdı ve çizimi ise çok etkileyiciydi.
Özellikle cinayetlere karşı bir farkındalık yaratmak kadın cinayetlerine ses olmak adına çalıştığım  travmatik bir eser oldu.
Elbette tablonun her verisinde psikolojisi ağır bir kompozisyonun varlığından söz edebilirim. Annenin eser hakkındaki izlenimlerini yada ailenin esere bakışını yazmayı hiç düşünmedim. Yazmamda şık olmaz diye düşünüyorum.
Son olarak 8 Mart özelinde kadın cinayetlerinin son bulmasını temenni ediyor, bu tarz acıların bir daha yaşanmamasını  tüm kalbimle diliyorum.

VAHAP AYDOĞAN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir